24 Şubat 2011

sezai paracıkoğlu...



usta bu adam nasıl bir adammış böyle ya...


çok yakın bi dostumun önerisiyle gittik filme eşimle. Önce yalnızca biz vardık salonda ve 5 dakika sonra gelen diğer çiftle birlikte yani 4 kişi izledik koca salonda. Gitmeden önce özellikle hiç okumadım yorumları ki beni önyarMAsın diye. Neyse, filmi bitirdik. Issız Adam'dan bu filme kıyasla daha fazla etkilenmiştim ama gene de melankolik rüzgarlar esmedi değil içimizde..


beni asıl çarpan bu sezai paracıkoğlu oldu. dizilerden falan görmüşlüğüm vardı ama hangilerinde olduğunu hatırlayamayacak kadardı. bu videodaki sahne beni "en fena" etkileyen sahne oldu sanıyorum. adamın sesinde çok enteresan bir tını var. seni alıyor; sallıyor, dağıtıyor ve sonra da savurup atıyor kül misali acımasızca. nerelerden toparlanıyorsun bilemiyorsun.. çok başarılı, sadece bu adamın sesi için bile gidebileceğimi anladım filmden sonra; tavsiyedir bu arada.. film için beş şarkı yapmış bunu kullanmışlar sadece. diğerlerini yutubdan izleyebilirsiniz ki bence kesinlikle izleyin zaten. lafın özü bu adama dikkat. 


gidin bu filme ve bişeyleri tazelerken yüreğinizde; bu enfes sesli adamı da dinleyin taaa içerlerden...



21 Ekim 2010

Tarihte bugün..! Ahmet Taner KIŞLALI

Saat 09.28. 
 Cumhuriyet gazetesine 'Kınıyorum' başlıklı yazısını faksladı.

Saat 09.35.
Eşi Nilüfer Kışlalı ve minik bebeğini kente indirecek, sonra derse girecek. 'Nilüfer' dedi, 'Ben arabayı ısıtayım. İki-üç dakika sonra gelirsiniz.' Evden çıktı.

Saat 09.40!
Nilüfer Kışlalı; 'Çok neşeli bir sabahındaydı' dedi...



AHMET TANER KIŞLALI'nın seneler öncesinden "büyük yazar" (!) Orhan Pamuk hakkındaki düşüncelerini kaleme aldığı o yazı:

"Önce, bir romancımızın son kitabının 50 bin adet basıldığı yazıldı.Arkasından kısa sürede 100 binlik bir satışın gerçekleştiği açıklandı.Derken, çıktığı günden beri ikinci cumhuriyetçi çizgisini korumaya özen gö...steren Aktüel dergisi, romancıyı Türkiye'nin "bir numaralı aydını" ilan etti.Bu romancımızın adı Orhan Pamuk'tu! Ben bu "büyük" (!) yazarımızın bir romanını okumayı denemiştim.Başladığım şeyi bitirme konusundaki tüm inatçılığıma karşın, bitirememiştim.Ama "Kara Kitap" basında öylesine övüldü ki, ikinci bir deneye girişmekten kendimi alamadım. Ve o çabamda da, daha yarıya gelmeden havlu atmak durumunda kaldım.

Tahsin Yücel ve Emin Özdemir gibi, çok saydığım isimlerin bu yazarla ilgili oldukça ağır eleştirilerini anımsadım.Ama beğenenlerin de "beğenme hakkı"na saygı duydum.Ta ki... Bir okurum "Kara Kitap"ta gizlenmiş bir bölüme dikkatimi çekinceye kadar..."Çocukluğunda kız kardeşi ile tarlada karga kovalayan sapık bir padişah" gibi bir anlatım vardı bu bölümde!Prof. Çetin Yetkin yönetiminde, "Müdafaa-i Hukuk" adlı çok değerli aylık bir dergi çıkıyor. İlginç bir rastlantı olarak, derginin Aralık 1998 sayısında, Prof. Fahir İz'in bir incelemesi yayımlandı:

"O. Pamuk'taki Atatürk Anlayışı..."Meğer benim artık okumayı denemediğim kitaplarında daha neler varmış!İşte birkaç örnek: "Sonra kasaba alanına dolanır. Atatürk heykellerine sıçan güvercinleri ayıplar...""Atatürk kendini içkiye vermiş meyhane kalabalığına, cumhuriyeti emanet etmiş olmanın güveniyle gülümsüyordu...""Atatürk'ün leblebi zevkinin ülkemiz için ne büyük felaket olduğunu...""Sonra bir cumhuriyet, Atatürk, damga pulu havasına girdiğimizi hatırlıyoruz..."Sayın İz, 275 sayfalık bir kitapta, tam sekiz yerde ve "hiç gerekmediği halde" Atatürk'e sataşıldığını saptamış.Söyle diyor: "Bunlar kitaptan çıkarılsa hiçbir şey değişmez. Yalnız yazarın kimi ruhsal gereksinimleri tatmin edilmemiş olur!"Kim bilir, belki de Orhan Pamuk'un "en birinci aydın" ilan edilmesinde, bu incelemenin de büyük katkısı olmuştur!Ben, inandıklarını açıkça savunanlara hep saygı duymuşumdur. O düşüncelere karsı olsam bile!Ama o yürekliliği gösteremeyip de bunu sinsice yapmaya çalışanlara, oraya buraya "bityeniği" sokuşturanlara, hep tiksinerek bakmışımdır.Bunu hep zayıf bir kişiliğin, zavallı bir ruh halinin yansıması olarak görmüşümdür.Oyun maskesiz oynanmalıdır! Çirkinlikleri gizleyen maskelerin indirilmesini de tüm "gerçek aydınlar" görev saymalıdır!Ve de Pamuk adlı yazarı, isteyen okumalı, isteyen sevmelidir...Ama ne olduğunu, kim olduğunu bilerek! Maskenin arkasındaki gerçek yüzü görerek!.

A. Taner KIŞLALI

16 Ekim 2010

çok güzel zabıtalar bunlar :]




Dün akşam eşim ve aile dostlarımızı da alarak İsmet İnönü Sanat Merkezi'nin yolunu tuttuk. Uzun zamandır merakla beklediğim zabıta yapımı Deli Dümeni isimli oyunu izlemek için. Akşam trafiğini hesaba katmadığım için ilk 8 dakikasını kaçırdık. 

Salona girer girmez o sıcak hava sardı hemen. Sahnede iki genç adam vardı deli pijamaları giymiş. Enerji oldukça yüksekti. Sağ kulvardan sürekli gelen tek kişlik alkış sesi :] her ne kadar itici olsa da oyun gerekli reaksiyonkları almayı başardı. Siyasi komedi tadındaki oyun yer yer durağan olsa da aralara sıkıştırdığı kısa gülmeceliklerle olayı kotarmayı başardı bence. Çok uzun zamandır ilk kez gittiğim tiyatroya tekrar tekrar gidecek olmamı da sağladı bu oyun, tebrikler..


İzmir Büyükşehir Belediyesinin "okumuş çocularını" Zabıtalarını bu harika aktivite nedeniyle kutlar tekrarının kesinlikle izlenmesi gerektiğini tavsiyelerimle bildiririm. Atatürk'ün çocukları; çok güzel bir işe imza atmışlar...
 

etme..!



belki de blog yazarken yapıp yapacağım tek alıntı bu olacak. ama bu nasıl güzel bir şiirdir, bu nasıl bir anlatımdır. nasıl sade ve nasıl özeldir. ne mutlu Mevlana’ya sahibiz.. 


Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme
Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme


Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme
Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme


Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme
Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme


Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme


Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme
Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme


Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mavediyorsun etme
Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme


İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme


Mevlana Celaleddin Rumi

bende ölüm yok..!

karşıma oturttum düşlerimi, beraber içtik en acısından…
yokluğunun hapsinde nefessizken bedenim, ellerim açılmışken yalnızlığına, ağladım; göz yaşlarım içime aktılar. elimde değil, yokluğuna çare bulmak; ölümden kaçış kadar mümkün! hayalinle nefes almalardayım şimdilerde, dedim ya oturup birlikte içiyoruz; sana ve bana..! hasret türküleri dinlemiyorum, artık kendim yazıyorum türkülerimi. bestesi sen olmuşsun, güftesi sen. bir de ben varım; bu türküyü en “ciğerden” söyleyen…
türkülerin baş rolündeyim, aşk kokan namelerle. feyzim sen olmuşsun bana, en güzel hallerinle.. üzerime karlar yağarken yanan şu yüreğim, tek bir çiğ tanesi düşerken baharı yaşıyor gökyüzü sensen eğer. dudaklarım çatlamış, acı, tatsız hayatımdaki diğer herşey gibi. adını sayıklarım, geceleri hasret bekçisi olan yüreğim sızladıkça. yollarını gözlerim, belki çıkar da gelirsin diye umutlandıkça.
neyse türkü yüreklim, ben vuslata kadar kaç türkü daha yazarım bilinmez. hatıraları, anıları koyarım kalbimin çatı katındaki o küçücük sandığa.. seni beklemelerin en hasret demindeyim, dokunmasalar da dökmesem içimdekileri bir bir.. yalnızlığınla geçen bir gün için daha tahammülüm yok aslında, iskemle üzerinde ölümü bekleyen mahkum misali.
ama bende ölüm yok, seni ellerimde besleyip, varlığınla süslenip, sonuzluğuna erişinceye dek..! bir gün daha yaklaştık…

sabrın sonu..!

askerde ne öğrenmiştim ben, sabır..
hayata dair tecrübesi olmayan için müthiş birşey askerlik. Adamı alır adam eder. Ama Hakkari Dağ & Komando Tugayında askerlik yapan bana ne kattı askerlik, sadece sabır. Onun dışındaki donanımlara sahibim çünkü çok şükür :)
Şimdilerde anlıyorum ki sabır çok önemli bir erdemmiş. Hayatıma dair çok önemli olan bu konuda sabrın mükafatını gördüğümü inkar etmemeliyim. Ben bi dönem artık tamamen kolları düşmüş, dizleri tutmaz bi halde vazgeçmek arefesindeyken bişeylerin, pat diye oluverdi en istediklerim…
14 Şubat’ta hem de :) 04.08.2005 te başlayan bu gönül macerası, bu kalp yangını 14.02.2009′ da resmiyete döküldü sonunda. Şimdilerde nişan yüzüğüm süslemekte sağ yüzük parmağımı. Çok çektik be zor oldu, çok zor oldu. Ondan bu kadar özeldi ya zaten. Ne kadar emek sarfedilirse, o kadar güzel o kadar özel oluyor konu ne olursa olsun.
Sabır; çok önemli, hatta en önemli… Askerden gelmeme son 2 ay kala bunalımın zirvesine çıkmıştım yine. Dönünce ne yaparım, nerden ekmek kazanırım, evlenecek kadar kazanamazsam eğer -ki benim değerlerim yüksek oldukça- kızın da hiç günahına giremem falan diye düşünürdüm. Geldim 2 ay geçmeden 657 oldum bir anda :) Ulan ben de baya hayat öykümü yazıyorum,.. neyse uzun lafın kısası, çok fevri davranmadan, biraz daha rahat davranmalı ve de “sabır”lı olmalıyız her zaman. Ben çok defa tecrübeyle test ettim and onayladım. Konu ne olursa olsun “Sabrınızı zorlayın..!”


Güneşi görmezim her yanım gece,
Baharım gelmedi, düşmedi cemre,
Feleğim acıydı hep gülmedi ömre,
Sabır et dedim hep, kendime sabır…


İsyana yakındım gelmedi dile,
Ateşim yandı hep dönmedi köze,
Umudum kırıldı, bakmadım güne,
Sabır et dedim hep, kendime sabır…


Dönmeye başladı bu acı devran,
Karanlık günlere doğmuştu seyran,
Matemim kalkmıştı olmuştu bayram,
Sabrın sonu selametti, gelmişti Hak’tan..!

14 Ekim 2010

tükenmişlere ithafen..!

çok yakınlarımdaki dostlarımın yaşanmışlıklarından hareketle; onlar için…

olmadı nasip olmadı, aşkla dolu yılların sonunda böyle mi olmalıydı..?
doymuşluk mu dersin, “ruhsuzluk” mu bilemem ama bir gerçek var ki göğsünde huzurlu göz yaşları yok artık.. sildim artık gözyaşlarımı, inadına gülüyorum inadına seviyorum hayatı şimdi en fazlasından.. ya da bilmiyorum; öyle zannediyorum… elimde olsa hiç olma isterdim, kokunu üzerimden attım demek zor. Yokluğuna nasıl dayanacak kor olan yüreğim bilmiyorum ama ben inanıyorum. Olması gereken gibi oldu ve beceremedik be gülüm… He dersen rahat mısın..? sonuna kadar rahatım, arkama korkmadan bakabiliyorum her şeye inat, aslanlar gibi…
bence biraz kendine sor bişeyleri, bak bakalım taşıyabiliyor musun? Benden sana kalanları… bakiye hep sana eksi gösteriyor biliyorsun değil mi… ama olsun, şimdi ağlanıp sızlanacak değilim; olması gerekendi oldu diyorum ve de her ne olmuş olursa olsun saygıyla anıyorum seni. Ne kadar derinlerde, diplerde olsam da biliyorum güneşli günler gelecekler, bitecek bu geceden korkmalarım…
çok uzatacak değilim; yaşattıkların için gene de sağ ol, iyi ya da kötü… bakiyen ben de ekside, söylemiştim sana ve öyle kalıp devredecek hep bir sonraki dönemlere. benden kalanları hazmedebilmen dileklerimle…

Yaş 27, yolun 3/1′ i..


Bugün doğmuşum ben, bundan tam 26 sene önce bugün gece 23:15 civarı…
26. yılın ardından 27 dan almaya başlıyorum bugün itibariyle. Laf değil, hakikaten çok hızlı geçiyor anlamıyorsun ne olup bittiğini, lap bi bakmışsın koca adam olmuşsun. Çok dolu dolu geçmiş olmasa da standardın üzerinde olduğunu söyleyebilirim geçen senelerin.. Hep bir özlem hep bir hasret demlemiş her bir kilometremizi. Erken olgunlaşmışız, erken anlamışız anlaşılasıları. Hep “özel” olmuşuz ki bu zaten çok özel. Hayatına girdiğimiz her kimsede bıraktığımız bir adımız ve de en özelinden bir anımız olmuş; ne mutlu… Şöyle dönüp bakıyorum da hakikaten, “olmuş” diyorum. Evet mutlu olduğumu söyleyebilirim rahatlıkla. Neyse, çok derin yapmaya gerek yok zannımca. Bir yaş daha yaşlandık, bir yıl daha yaklaştık sona doğru. Ben gerçi başlıkta 3/1′i demişim ama bakalım, bol keseden atmaca olmuş sanki.? İyi ki doğdun, iyi ki varsın diyenlerimin her daim olması dileklerimle, iyi ki doğmuşum :)

her bir zerrem..!


gözlerimden aktılar yaş diye birikenler, içerime içerime…
nefes alışlarım zorlanıyor zaman zaman, gökyüzünde buluyorum kendimi, bakıyorum, çekiyorum içime kendime geliyorum. bir gül yaprağında nasıl aşkla yatarsa bir damla su, öyle yatıyorum kucağında en çocuk isyanlarımla. Gül sen, sen gülünce güzel güller, sen gülünce öter güle bülbüller. Sen gülsün, sen aşksın, sen yaşamsın bana. Ellerini ver bana, hayatımı ver, nefesimi ver bana. öyle muhtaç ki sana her bir zerrem, damla damla ak bana bitme hiç. yavaş yavaş gel bana, doldur beni senle sonsuza…

sevDAĞı..!


Sevdam,..
Yangınlarındayım alev alev, hiç istemedim sönmeyi. yandıkça yanıyor, yandıkça seviyor, yandıkça içiyorum seni içime… En derinime sakladım seni, orada ol, orada kal, orada ver bana hayatımı; avuçlarından..! Damla damla akıyorum içine,..
Kara kara sevdalardan gelmişim ben; öyle zannetmişim. Yeni yeni anlıyorum, ben aslında hiç sevmemişim ki..! Ben seni sevmişim, yüreğinde bulmuşum yüreğimin yarısını. Ellerinden bağlanmışım hayata, suyum olmuş, aşım olmuş, Aşkım olmuş; dönüm bakmışım ki arkama koca bir dağ olmuşsun bana koca koca sevdalardan… Şimdilerde sevDAĞı’nın gölgesinde dinliyorum gönlümün aşk mırıldanışlarını.
Söz müzik bana ait nefesler almışım; düzenleme hep sana ait… Ben yazıp ben yönetmişim içimdeki destanı; yaktığım şehirlerin günahları hep sana ait; geri kalan herşeyin bana..!
Dün benimleydin, bugün benimlesin, yarınlarımın güneşi de gene sensin benim. Yoluna yüz sürmüşüm, “helal” demişim ben sana artık,. İyi ki varsın, sonrasında da hep olasın melek yüzlüm…

aç gözlerini..!


nereden geldiğini biliyor musun ey insanoğlu..
neden bu kadar “uç”lardasın, neden söyleniyorsun ki “ben ne oldum böyle ya” diye. bi bak bakalım, hakkaten ne oldun böyle sen…
çoksun değil mi, fazlasın sen.. sana tokatı ağır olur hayat dediğin “eğlence”nin.. dikkat et, bence hürmet et; sana seni unutturan bu kudrete. ama bence kendine gel, şöyle bi dön bak neredesin ey “fazla” adam…
tokatı yemeden,.. üzülmeden,.. tamiri gecikmeden, açılan yaranı sar sarmala, yoksa bu kan kaybı çabuk alır seni bu eğlenceli hengameden,.. aç gözlerini..!

nasıl kıydın bize..!


murat levent dikbıyık…
bana; arkadaşlığı, paylaşmayı, gülmeyi, yaşamdan korkmamayı, “dolu” nefesler almayı sen öğretmedin mi daha çok küçüklü yaşlarda,.. şimdi nasıl oluyor da bırakıp gidebiliyorsun bizi. hani bu yaz izmir’e gelecektin, beraber tatil yapacak, doyasıya eğlenecek, gülecek, paylaşacak, hatırlayacak ve belki de doyasıya ağlayacaktık eski günleri anarken. sonra bir sonraki sene için sözleşip ayrılacaktık…
ama böyle değildi,.. ayrılırken sormadın bile, küstüm sana be dostum,..
ne acıdır ki bu facebook zıkkımı sayesinde öğrenebildim dalından düştüğünü. ailen perişan, arkadaşların perişan, inan yerle yeksan olmuş herbir tanışın… canım benim, hayat adamı, komik herif, geleceğin büyük yönetmeni, unutulmazım, yıllar sonra tekrar yakalamışken “bizi” nereye gittin be canım kardeşim… ya ben şimdi sana nasıl “bizim rahmetli” derim, sen nasıl yaşatırsın bunu bize, aklım fikrim zikrim hayalim almıyor…
ağlıyorum, ıslansın toprağın sen hep canlı kal, sakın “ölme” olur mu canım kardeşim…
Seni çok seviyorum,.. inanamıyor; fakat katlanmaya çalışıyorum yokluğuna..!

bir varmış bir yokmuş..!


az önce annem girdi odaya yüzü kırmızı, sevil ablanın kocası dedi, durdu..
sevil abla beni çok sever ben de onu, bizimkilerden tahmini bi 5 yaş falan küçüklerdir. az önce balkondan nolur ambulans çağırın diye bağırmış, komşular aile kavgası sanmış çok oralı olmamışlar önce, sonra bakılmış ki balkonda yere serilmiş bizim Münir abi. İnanması zor, ambulans geldi şimdi.. oğlu da yeni işten gelmiş ne olduğunu bilemeden öyle merakla kalabalığa bakıyor, feryadı an meselesi. nasıl oluyor da oluyor, ölüyor, yok olup gidiyor daha bu yaşta inanması zor… e daha benim işin kahvesini içecektik, ben Türk kahvesi alacaktım “kendi maaşımla” oturup onu içecektik ilk bayramımızda.
bakalım bundan sonraki ilk bayramda daha kimlerde nelerimiz kalacak ya da nelere ereceğiz,..

tek hece AşK..!

Bir arının hamarat işçiliği kadar kutsal, içimde sana büyüttüğüm sevda filizleri,
O filizler ellerinde yeşerecek , yüreğinde meyve verecek ve birleştirecek bizi…
Sebep olacak mutluluğumuza, yarınlarımıza..!
Ayrılık olmayacak doğa izin vermedikçe, topraktan yeşil filizleri ayırmak toprak için de ölümdür, filiz için de..
Tanrı müsaade etmez buna..!
İşte böyle bir sevda bizimkisi,.. Birbirine muhtaç, birbirine “Aşık” ve birbirine kenetli..!
Yağmurla gelip, topraktan yükselen o masum koku gibi; öyle sade ve öyle özelsin ki benim için… Toprağın olayım, yağ bana melek yüzlüm..!